Ufuk Bahar Dördüncü www.ufukbahar.com

LE DAUPHINE LIBERE Büyülü ikili

Ufuk ve Bahar karşılıklı oturmuş, sihirli enstrümanlarından eşsiz ezgiler çıkarıyorlar.

Hangisi Ufuk hangisi Bahar ayırdedemiyoruz, zaten bunun zerre kadar önemi de yok.
Yeteneklerinin ve virtüozlüklerinin yanı sıra, inanılmaz bir fiziksel varlıkları var. Biri güler yüzlü, oldukça rahat görünüyor, belli ki keyif almak için çalıyor. Diğeri ise ender rastlanan sinirli bir ifadeye sahip, klavyesine her türlü işkenceyi yapıyor, ama klavye durumdan hiç de rahatsız değil. Sanki ne kadar çok acı çekerse, çıkan sesler o kadar mükkemmel oluyor.

Uzun, ince bir yapıya sahip, durmaksızın devinen piyanist oldukça etkileyici bir coşku ve ciddiyetle kendini tümüyle işine adamış. Klavyenin üzerinde sürekli eğilip doğrulan, gri, ince silüeti görmek insanı derinden etkiliyor.

Üç besteci için tek bir virtüoz.
Dördüncü kardeşlerin çok yönlü yeteneklerini sergiledikleri gecenin akış düzenine uymadan anlatalım.

Alman kültürü ile Fransız estetiğine olan ilgisi arasında kalan İsviçreli besteci, Frank Martin’in “L’étude pour deux pianos” ‘sunda (İki piyano için Etüd), Ufuk ve Bahar bestecinin bu ikilemini oldukça titiz bir virtüözlükle ifade etmeyi başarıyorlar. Sonra Ravel geliyor, hem İsviçreli hem Bask olan Ravel’in yeniliklere oldukça düşkün bir müzik anlayışı vardır ve kendi çağında “devrimci” olarak nitelendirilmiştir. Dinleyicileri onun müziğinin şiirselliğini ve mizah yönünü uzun süre kavrayamamıştır. İki piyanistin yorumladığı, Ravel’in yirmi yılda tamamladığı, “La valse” yapıtı gerçek bir koreografik şiirdir.

Ufuk ve Bahar, günümüzde klasik olarak nitelendirilen bir bestecinin eserini, onun coşkulu ve oldukça etkileyici anlatımından, hayal gücünün duruluğundan ve mükemmeliğinden hiç birşey kaybettirmeden ifade ediyorlar.

Sanatlarının doruk noktasına Stravinski ile ulaşıyorlar.
Gelecekte Varşova ve New-York’ta konser verecek bu iki genç Türk, ruh halleri bakımından hocalarını andırıyorlar. Diaghilev’in (ateş kuşu) dostunun alevine sahipler ve tek başlarına “le sacre du printemps”’ı muhteşemliğine kavuşturacak yeteneğe sahipler. Stravinsky emekliliğinden sonra, İsviçreli şair Ramuz ile arkadaşlık kurmuştur böylece esin kaynakları “batılılaşmıştır”. Önce Fransız sonra Amerikan olmuştur, ne sanatındaki çok seslilik, “ne armonik çeşitliliği, ne de bağlamalı ritimleri rus asıllıdır” (Schoelzer). Geriye kalan yalnızca vahşiliği ve ilkelliğidir.

Kişisel ve karşıt dürtüleri arasında kalmış bu bestecilerin, isteyerek ya da istemeden kendi kök ve kültürleriyle sürgünlerinden kaynaklanan eğilim ve isteklerinin zıt değil ama tamamlayıcı yönlerini çok güzel bir şekilde aktarıyorlar.